Bu yazım bir yakın geçmişten bir alıntı. Yazalı bir süre olmuş, gözüme çarptı, sizlerle paylaşıyorum.
Uyuyamadım... Kızımın anne olmasını, torunumu bekliyor, düşünüyorum...
Herbirimiz büyüyecek, yeni sıfatlar alacak, yaşamımızın yeni bir dönemine ulaşacağız.
İçimden yazmak.. yazmak... iz bırakmak belki ... geçiyor. Ama yazılarım yetersiz kalabilecekler. Susuyor, düşüncenin üçeliğine sığınıyorum.
Anneyi, babayı yazayım, kendi anne ve babamı... Bir küçük dokunuş olsun, anılara, düşüncelere, iki kutsal insana.
...
Başlamalı bir yerden, bakalım satırlar nasıl gelecekler.
İlkin saygın insanlardı onlar. Kendilerine, biz çocuklara, anlama saygılı, bunu davranışlarına yansıtan, dürüst insanlar.
Görünümden öte öze değer verirlerdi...... ......
...
Böyle başladım, yazının bu renk, bu bakış açısı ile akmasını istemedim, Küçük parçacıklar bir bütün oluşturacaklar, oraya anlatıda değil sonuçta nasıl olsa ulaşılacak çünkü.
Başlayayım...
* * *
Baba birkaç gündür ortada yok. Bir ara gelir herhalde... Elde para kalmamış, anne sigara ister, üç çocuk ise şekerli birşeyler...
Son para ile şeker alınacak. Ekmek dilimi üzerine sana yağı ve şeker... yemek bile olur ondan. Severdik şekerli ekmek dilimlerini. Gün gitsin bakkala. Oğlum, bak, sakarlık etme yine, şeker paketini düşüreyim falan deme! Olur mu?
- Tamam anne...
Gittim bakkala, aldım bir kilo şeker, ev yolundayım. Kulağımda annemin öğüdü... "oğlum sakarlık etme..." dikkatim elimdeki pakette. Yolda, ayak bastığım yerde değil yani.
Ve, takıldım bir yere, şeker dolu kesekağıdı havalarda, ben diğer yanda.
Kesekağıdı patlamış, şekerin yarısı yerlere saçılmış. O gün oluşan olaylar bana bu aldığım şekerin kıymetli olduğunu sezdirmişti ya, onca uyarıya karşın pakedi elimden düşürüp şekeri heba etmiş olmanın utancı çabası, toplayayım dedim toplayabildiğim kadarını. Avuç avuç toplayıp kesekağıdına...
Eve bina kapısından değil, bahçemize açılan teras kapısından girer çıkardık, az topraklı şeker pakedi ile mutfağa ulaştığımda annem gördüğü karşısında ilkin sustu. Ne desin kadıncağız... Derin bir nefes aldı... sustu yine. Bana baktı. Şekere de... Bir derin nefes daha... Az topraklı... Ve parladı. Evladım, sen salak mısın, şekerin sağlam bölümünü getirseydin eve bari, ben bu topraklı karışımı ne yapayım. Ah evladım benim...
O sırada kardeşlerimden birinin sesini duyduk, bahçeden yola bakıyor, "babam geldi babam geldi..."
Yolda, bahçe kapısı yakınında bir taksiden indi babam. Elinde bir sepet. İçinde 10 kilo şeker. Meyhane piyangosunda kazanmış...
* * *
Bir başka ani parçacığı...
Babam ne derse "tamam baba" diyorum o dönem, 5 ya da 6 yaşımda falan olmalıyım, en çok 8. Bu deyişimin tınısı şu an bile kulaklarımda. Hala sever ve biraz değişik şekilde de olsa kullanırım bu "tamam ..." terimini.
Ve o tamam baba dediğim nice sesleniyi yanıtsız bırakmaya devam ediyor, babamın kimi zaman kendimle ilgili kimi zaman ise ortam ile uyumlu yönlendirme ve isteklerini yerine getirmiyorum. Kendi dünyamdayım yani.
Oğlum, çekici uzatır mısın?
Tamam baba.
...
Oğlum çekici versene?
Bahçenin burasında yürümeyin çocuklar, çamurlu...
Tamam baba
...
Çıkmayın çocuklar şu kanapenin üzerine çamurlu ayaklarınızla... Günnnnnn !!
Oğlum, şunu şöyle..... .....
Tamam baba.
Babam şöyle bir dogrulur, o istenileni yine yapmamakta olan bana bakar...hiddetli bir ses tonu ile: Gün, bana ne dersen de, ama "tamam baba" deme!
.... Tamam baba!
11 Ağustos 2012 Cumartesi
15 Temmuz 2012 Pazar
Suskunluğu paylaşmak...
Bir eşikten geçmek üzre olmak... duraklamak...
Bir sahne çatmak... sizlerle sohbet için... üzerine değil ardına varmak, perdenin arkasında kalmak...
Konuşayazmak... ama susmak... kendini, yeri geldikçe, başka sahnelerde ifade etmek... Burada iletilebilecekleri de oralarda dile getirmek kimi zaman...
Kendi sessizliğinin, suskunluğunun uğultusunu için için hissetmek...
Yazmamak, paylaşmamak belki ama bu durumu yoğunlukla düşünmek... Boş gibi olup, aslında dolu olmak... Ama o doluluğa vücud vermemek... Paylaşmamak...
Küçüktüm, yaş toplamım iki elin parmakları içerisindeydi, bir gün babam bir seyyar gazete satıcısı çocuğu anlatmıştı bana; aklımda kaldığında şöyle idi:
Çekingen bir çocuk, gezici gazete satıcısı. Okula gitmek, oynamak, açıkmak yaşında... Akşam gazetesinin matbaadan çıkışında alırmış satacağı gazeteleri koltuğunun altına, varırmış kendi bölgesini oluşturan sokağın başına... Sanıyorum, Ankara'da, Ulus Mahallesi'nde bir sokak... Çığırırmış gereğince, kendisine öğretildiğince ve hemen ardından topukları üzerinde döner, hızla kaçarmış o sokaktan... Çekinirmiş çocukcağız....
Sokağın ahalisi ise, ne yapar eder, çocuğu korku ve çekingenlik içersinde saklandığı yerden bulur çıkarır, kimi zaman henüz saklanamadan onu yakalar, gazetelerini yine kendisinden almanın bir yolunu bulurmuş.
Şimdilerde, artık çocuk da olmayan ben, "Demlik" 'in, bu paylaşım sayfasının, bloğun... sizlere seslenmek sahnesinin perde arkasında susar durur iken o ani parçacığındaki çocuğu düşünüyor, hatırlıyorum. Benim de koltuğumun altı dolu ama sizlere iletmiyor, susuyorum çünkü. Ben de tur bir saklanmak içerisinde olsam gerek. O, eşiğinden geçmekte duraksadığım kapının, sizlerle sohbet etmek üzere kotardığım sahnenin ardında...
Sizleri -de- düşündürebilecek iken kendim düşünüyorum diyelim...
Bugün hiç olmazsa bunu, bu düşünceli halimi paylaşayım diye yazdım bu satırları. Bir de.. hani sahne deyip duruyorum ya, üzerinde bir iki adım atayım istedim. Ayağım alışsın... Sizlere ulaşmak için buraya geri gelmeliyim çünkü.
Sevgi ile olunuz.
Bir sahne çatmak... sizlerle sohbet için... üzerine değil ardına varmak, perdenin arkasında kalmak...
Konuşayazmak... ama susmak... kendini, yeri geldikçe, başka sahnelerde ifade etmek... Burada iletilebilecekleri de oralarda dile getirmek kimi zaman...
Kendi sessizliğinin, suskunluğunun uğultusunu için için hissetmek...
Yazmamak, paylaşmamak belki ama bu durumu yoğunlukla düşünmek... Boş gibi olup, aslında dolu olmak... Ama o doluluğa vücud vermemek... Paylaşmamak...
Küçüktüm, yaş toplamım iki elin parmakları içerisindeydi, bir gün babam bir seyyar gazete satıcısı çocuğu anlatmıştı bana; aklımda kaldığında şöyle idi:
Çekingen bir çocuk, gezici gazete satıcısı. Okula gitmek, oynamak, açıkmak yaşında... Akşam gazetesinin matbaadan çıkışında alırmış satacağı gazeteleri koltuğunun altına, varırmış kendi bölgesini oluşturan sokağın başına... Sanıyorum, Ankara'da, Ulus Mahallesi'nde bir sokak... Çığırırmış gereğince, kendisine öğretildiğince ve hemen ardından topukları üzerinde döner, hızla kaçarmış o sokaktan... Çekinirmiş çocukcağız....
Sokağın ahalisi ise, ne yapar eder, çocuğu korku ve çekingenlik içersinde saklandığı yerden bulur çıkarır, kimi zaman henüz saklanamadan onu yakalar, gazetelerini yine kendisinden almanın bir yolunu bulurmuş.
Şimdilerde, artık çocuk da olmayan ben, "Demlik" 'in, bu paylaşım sayfasının, bloğun... sizlere seslenmek sahnesinin perde arkasında susar durur iken o ani parçacığındaki çocuğu düşünüyor, hatırlıyorum. Benim de koltuğumun altı dolu ama sizlere iletmiyor, susuyorum çünkü. Ben de tur bir saklanmak içerisinde olsam gerek. O, eşiğinden geçmekte duraksadığım kapının, sizlerle sohbet etmek üzere kotardığım sahnenin ardında...
Sizleri -de- düşündürebilecek iken kendim düşünüyorum diyelim...
Bugün hiç olmazsa bunu, bu düşünceli halimi paylaşayım diye yazdım bu satırları. Bir de.. hani sahne deyip duruyorum ya, üzerinde bir iki adım atayım istedim. Ayağım alışsın... Sizlere ulaşmak için buraya geri gelmeliyim çünkü.
Sevgi ile olunuz.
17 Mayıs 2012 Perşembe
Perdeyi aralıyorum... Davet yazım.
Dostlar,
biricikler,
Olaylar,
durumlar karşısında yazmak, yorumlamak rengimi sevenleriniz var.
Ondan,
ama öyle ama böyle rahatsız olanlarımız da olduğu gibi.
Hep
dürüst olmaya çalıştığımı da biliyor olmalısınız. Kendime, sizlere karşı...
Herneyse,
Bir sahne
çattım kendime, bi' sandık, bi' tabure ile bir de kürsü hazırladım.
Bir perde
kurmuştum sizlerle arama, onu da aralayıverdim.
Gelip
geçerken, yolunuz düşerse, aklınıza düşerse bi uğrayın dilerseniz.
Varsa
demlenmiş, hazırda bi'şeyler, paylaşır, bakarız tadına.
Sahnede
tabure boş ise, aldırmayın, sizleri yakınlarda bildikçe geri gelmekte gecikmem.
Bu
sahneyi de bu nedenle kurdum zaten; varlığınız, bakışınız beni oraya davet
etsin istedim.
Görüşmek
üzere.
DEM
Randevularım var, dolu…
Özellikle çağrılmadıklarım. Uzatıyorum burnumu, ya da bir ses duyuyorum diyelim, yazılar, sohbet ve düşünceler başlayıveriyor ardından.
Bir de kendimle buluşmalarım var. Olmalılar yani… Bir ses hatırlatıyor onları birer birer, tekrar tekrar, kimi zaman günler boyu. Çoğu zaman yanıt vermediklerim…
Nedir beni o çağrılmadığım sohbetlerde olmaya iten ? Biliyorum oralarda için için varlığımı dileyenler, ya da benden usanmış, bunu dile getirmeyen diğerleri olabiliyor. Birine benim varlığımı umuyor olduğunu haklı çıkaracak, öbürüne ise, bak kardeşim, aslında ben... diye eski bir köke tutunup yoluna devam edecek çoğu pörsümüş paylaşımları sürdürmek adına yöneliyorum oralara belki de…
Bu arada, gitgide, anlamda ağır, kimileri lezzetli nice düşüncemin, bir konu, birkaç kişi arasında kapalı kaldığını, paylaşılabilmek olanağını yitirdiğini de görüyorum. Ve, bu yıllardır böyle sürüp gidiyor.
Becerebilirsem o küçük sohbetlerde kısa ve yalında kalmalı, oralarda daha az zaman geçirmeli ve ziyaret ettiklerimi yormadan yanlarından ayrılmalıyım.
Ki, bunu yaparsam daha iyi bile algılanacağım sanırım.
Gün içerisinde biriktirdiklerimi ise, öğütmeli, demlemeli, aslında yine o sohbet arkadaşlarım, düşünce ortaklarım ile paylaşmak üzere ayrıca yazmalıyım. Sizi bilmem ama ben böyle düşünür oldum. Bu sayfa doğmaya hazır oldu sonunda. Ve, doğdu da. Karşınızda şu an…
O yarım bırakılan sohbetler burada devam edebilecek. Katılımcıları artacak. Vermek yanında almak olduğundan, birçoğu düşünerek ya da sadece gözlemleyerek katılacaklar. Yorumlarını buraya değil yaşamlarına yansıtacak birçoğu… birçoğunuz…
Paylaşım zenginleşecek sonunda.
Ve bunu sağlayan ise, biraz doğru yer ve zamanda susmak…
… biraz da, çok fazla içinde biriktirmeden kendini ifade etmekten geçebilecek.
… ve, bu, sanıyorum biraz daha kalıcı olacak.
Evet, öyle görünüyor ki, doğru bir adım atmış ve burayı hazırlamışım. Ben diyorum, ama beni bu yönde itekleyenlere gönülden bir teşekkür etmeliyim. Sağolasınız. Varolasınız ayrıca.
Hoşçakalın. bir dolaşıp geri geleceğim. Belki sizler de uğrarsınız arada bir. Kimi zaman konuşur, kiminde dinler, kimi zaman ise, bakarsınız, karşılıklı susarak anlaşırız.
* * *
Bir durumun, bir konumun, bir tutumun içinde ya da dışında olmayı yazmak, paylaşmak idi düşündüğüm. Onu yazdım yine, ama bambaşka bir açıdan. Daha bitmedi, ardı gelecek bu konunun.
15 Mayıs 2012 Salı
Benimle gelir misiniz?
Burası, bu paylaşım ortamı birkaç dakika önce, içte biriken nice düşünceye çanak olsun diye açıldı.
Kullanılır mı, yoksa o beni ben yapan düşünmeklerin bir diğer gözlemcisi olarak nice diğerlerinin yanında yerini mi alır bilemiyorum. Bu, bana, belki ileride okuyacağınız yazıların, paylaşımların yazarına, günümüzün düşünür-yazmaz'ına bağlı.
Ne yazacağım, nasıl yazacağım, inanın bilmiyorum. Ancak, içimden geleni, geldiğince yazmak isteyeceğimi söylemeliyim. Hesapsız olmaya çalışacağım. Aksi durumda satırlarımda bir yapmacıklık hissedecek olabilirsiniz ve bu halimi, onun yazıya vurulmuş olmasını sevmiyorum. Onları, yazının akıcılığı kaybolmuş ise, karşınızda bulacaksınız. Bir solukta, yani öncesi, sonrası, soğutup okuması olmadan yazacağımı düşünüyorum. Bu nedenle yazılarda imla hataları bolca olabilecek. Türkçe klavye kullanmadığım için noktalamalar eksik olacak, affola.
Konu ayrıştırması yapmayı da, şimdilik, düşünmüyorum. Hangi alanda yazıyor olmayı belirlememiş olmayı kendi başına bir başlık olarak ele alalım mi, ne dersiniz?
Yaşamın hangi yönünü ele alıp, o yoğun malzemenin hangi birini seçip nasıl bir pasta hazırlayacağımı bilmiyorum ki, onu nasıl dilimleyip sunacağımı bileyim. Bloğumun adı zaten, yaşayacağımız anların, yani günlerin, bana, yani Gün'e, vereceklerinin demini sizlere sunmak ile ilintili. O gün, o an, ne düşünüyor isem onu paylaşacağım sizlerle. Dileğim o paylaşımların lezzetli olmasını, sizlerde bir iz bırakmasını sağlayabilmek.
Düşünüyorum, gözlemliyorum madem, onları paylaşmak ile sizleri de, bir gün biraz düşündürebilir isem herbirimizin birer adım ilerlemiş olabileceğimize inanıyorum.
Bu giriş yazısı bir solukta yazıldı. Öncesinde kurgusu bile yapılmadan, satırlar gelegeldiklerince... Diğer yazılar da bu şekilde yazılacaklar sanıyorum.
Yazı ve paylaşımlarımda edebi bir değer sunabileceğimi, bu yazmak şekli ile, pek sanmıyorum doğrusu, ancak düşünce, duyguların, yaşamın renk ve tadlarının paylaşımı konusunda kimi gezintiler yapacağımız inancındayım.
Benimle gelir misiniz?
İyi de, asıl, ben sizlerle ilerler miyim?
Bu sayfayı ıste bu yukarıdaki sorumun yanıtını olumlu verebilmek için açtım. Sizlere saygılı olmak için ilkin sahneyi yarattım, üzerinde bulunmak ise benim kendime saygımın bir ölçütü olacak olsa gerek.
Bir de ağdalı değil de daha kısa ve kesin yazabilsem, yazsam...
Bunu birlikte göreceğiz.
Hoşbuluştuk.
Gün ARUN
Kaydol:
Yorumlar (Atom)